külli akıl

26 eylül

KULLI AKIL

Habîb-i Ekrem (S.A.V) buyurmuştur ki:

«Hakk Teâlâ bütün âlemden önce aklı yarattığında, onun oturmasını  emretmiştir. Akıl hemen o an oturmuştur. Sonra ona kalkmayı ferman etmistir. Akıl, o anda kalkmıştır. Sonra ona ikballe işaret etmiştir. Akıl, o anda ikbal etmiştir. Sonra ona geri dönmeyi teklîf etmiştir. Akıl, o anda geri dönmüştür. Sonra ona konuşmayı işaret etmiştir. Akıl, o saatte konuşmuştur. Sonra ona dinlemeyi emretmiştir. Akıl, itaatle dinlemiştir. Sonra ona bakmayı ferman etmiştir. Akıl, ona bakmıştır. Sonra ona idrâki işaret    etmiştir. Akıl, o anda sür’atle her şeyi idrâk etmiştir. Sonra ona çekilip gitmeşini emretmiştir. Akıl, o saatte çekilip gitmiştir. Sonra Hakk Teâlâ akla    hitâb etmiştir ki: “İzzetim, celâlim, büyüklüğüm, saltanatım ve yarattıklarıma olan kudretimin hakkı için, Bana, senden kerîm, sevgili ve muhterem   bir kimse yaratmamışım. Asla yaratmam ancak seninle bilinirim. Seninle   Ma’bûd olurum. Seninle kullarımı süslerim, seninle onları güzelleştiririm.  Seninle dostlarımı ihya ederim. Seninle men eder ve seninle veririm. Seninle muhabbet ve inayet ederim. Seninle terbiye ve hidâyet ederim. Seninle hitâb ve itâb ederim. Senin için âlemler yaratırım” diye buyurmuştur.»                                                                                                           .

Bu küllî akıl, herşeyden önce ve faziletlidir. Hakk Teâlâ katında sevgili ve yakındır. Bütün cihanın dayanağıdır. İnsan ruhunun başlangıcıdır,   İrfan ehlinin kalp hayatıdır. İnsan onunla yetenekli ve Yezdan’ı tanıyıcıdır.   Onun yüzünden bütün kâinat insana hizmetçidir. İnsan türünün, onunla   şereflenmiş irfan ehlinin çocuğu olduğu bu anlama kanıttır. Nitekim «Sen   olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım,» hitabı ile, o temiz   ruhun sânını yüceltmektir. Zira bu küllî akıl, izafî ruhtur. Muhammedî nûr

ve ilâhî aşktır. Eğer o, feleklerin, yıldızların, bitkilerin ve hayvanların hizmeti olmadan insanın içinde zahir, açık olsaydı ve kalbinde âlemi tanışa ve âlem tarafından da tanınır olması mümkün olsaydı; unsurların ve kâ­inatın hiçbiri vücûda gelmezdi. Şu hâlde iki cihanın gayesi, yerin ve gök­lerin neticesi ve bütün kâinatların hülasası insandır ki, izafî ruhla kalbi diri oldukça; Rahmân’ın dostudur, cihanın canıdır. Zira bu izafî rûh, büyük bir cevherdir ve âlemin cüzlerini kuşatır. Bunun iç nurları, akılların hayatı ve cihan ehlinin nefsleridir. Dış tavırları ise, görünen cisimlerin düzenidir. Küllî akıl, nefslerin işlerini tedbîr eder, bütün yağmurları ve rızıkları yara­tan ve Hakîm olan Allah’ın takdîriyle üleştiricisidir. Âlemin bütün cüzleri ve bütün felekler, bu en büyük ruhun âlet ve uzuvları gibi hizmetçileridir. Halbuki kalbi saf olan insanın içinde bu izafî rûh ortaya çıkıp, onu, mu­habbet şarabıyla sarhoş, sürekli diri ve temiz yapar. Çünkü bu ilk akıl olan büyük ruhtan, âlemin cüzlerinin ve insanoğlunun her biri kendine ye­tecek kadar nasiplenmiştir. Şu hâlde hayvânî ruhunu öldüren insan, bu rabbânî rûh ile diri ve ebedî olmak fırsatını bulmuştur. Bütün eşyayı oldu­ğu gibi görüp, durumların hakîkatine erip, başlangıç ve sonucunu bilmiş­tir. Varlık dâiresini tamamlayıp, insan-ı kâmil hâline gelmiştir. Zira insan ruhu, önce bu ruhtan inip, varlık mertebelerine gelmiş, felekler ve unsur­lardan iniş ve üç bileşikten yükseliş ile insan şekline girip, yine bu ruhu kendi kalbinde bulup, tekrar ona ulaşmıştır. Nitekim Hakk Teâlâ, Kelâm-ı Kadîminde: «Nurunun benzeri» (Nûr Sûresi; 24/35), buyurup, izafî ruh­tan kinaye etmiştir. Tefsîrcilerin tabiriyle, insanın vücûdunda olan tabiî rûh muma benzer.

O hâlde yemeği normalleştirip, uykuyu azaltıp, sözü güzelleştirip ve zikre devam ederek mekân fanusu boş ve yüksek; fitili, kararlı ve denge­li; kandilin şişesi saf ve parlak olan gönülde, o melekûtî mum da parlayıp ve yanıp, nuruyla gönüle dolup, kendini bilip, Mevlâ’sını bulmuştur. Bu en büyük rûh, çok nurlu bir ruhtur ki, sürekli aynı hâldedir. Bütün eşya onun­la ayaktadır. Eğer cihâna sayısız insan gelip, hepsi arif ve kâmil olup, izafî rûh zinde olmak istidadını bulsa, bu büyük rûh, onların hepsine ha­yat ve cân ihsan eder. Eğer sayısız kâmil insan cihandan giderse, bu iza­fî rûh, kendi hâli üzere ebedîdir ve onda zerre kadar fazlalaşma ve eksil­me olmaz. Meselâ yüzbin hâne bina edip, güneşten yana her birinden bi­rer pencere açılsa; günışığı o hanelerin pencereleri kadar aydınlatır. Gü­neş, o hanelerde zerrece artmaz. Eğer yüzbin hâne yıkılsa da, güneşte zerre kadar eksilme olmaz. Onun gibi, iç güneş ki her an her iki cihanın feyz vericisidir ve Hazret-i Yezdan’ın cemâl nurunun mazharıdır. Onun nûr ve ışığı sürekli parlamaktadır ki, zevalsiz ve eksiksizdir. Bu nurlu gü­neşin ışığı, feleklerin, yıldızların, tabiatların ve esasların görüntüsüdür ve sonuçları bileşimler ve cihanın durumlarıdır. Bu rûh ile zinde olan insân-ı oldu. Cihanda bütün zerrelerden cilve eden sensin. Kalblere nida, kulak­lara seda senden gelir. Barışında âlemin nuru, savaşında ateştir. Lutfun cennettir. Kahrın cehennemi oluşturur. Cân ve gönül, zevkinle dolsa, ek­mek ve suyu kor. Zevk ehline her an gizli gıda, şarabındır. Hakkı, Hüdâ yoluna ileten temiz aşktır. Hidâyete uymada aşka gel vesselam.)

Author: Erzurumname

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir