KALBİN MAHİYETİ

25 eylül

KALBİN MÂHİYETİ

Kulların kalbleri, Mevlâ’nın nazargâhıdır. Şu hâlde kalbi, mâsivâdan uzaklaştırmak, her ibadetten üstündür. Kalbinden fetva isteyen pişman olmaz. Fetva ve ikbâline aykırı gidenin işi ise hatalıdır. İnsan kalbi Rah-mân’ın kapısıdır ve kul, Mevlâ’sı huzurunda duracak bir mekândır. Gö­nül, bedenin emîridir ve minnet sahibinin esîridir. Gönül kudret levhâsıdır, akıl ve bilgi nakışlarıdır. Gönül, görünüşte siyah bir noktadır. Mânâ ise, ruhun kaynağı ve Hûda’nın nazargâhıdır. Gönül bir Rabbânî lütuftur. Mâ­deni, bu cismânî noktadır. Gönül, aklın dönüş yeridir. İnsan ruhu onun bir adıdır. Gönül şaşılacak bir şeydir. Anlamaya çalışınca akıl şaşırır. Kalb ıslâh edildiğinde, cesette ıslâh olur. Zira emrin iyilikleriyle halk kurtulur. Gönül yaratılışın aslıdır. Onun sânı sevgidir. Çünkü muamele kalbe geçti­ğinde uzuvlar ve organlar rahat bulur. Sanma ki abdal sözler ve amellerle üste çıkar. Onun yükselişi kalb ve hâlleriyledir. Bir Kâmil demiştir ki: İki sene kalbimi korudum. Sonra korunmuş olup, rahat buldum. Kalb, îmâ­nın mâdenidir. Gönül, tevhid ve irfanın kaynağıdır. Kalb, huzur makamı­dır. Gönül de nûr şehridir.

KITA

Sinedeki sevgi gözdeki nûr gibidir Aşkın havası ruhta cesedteki rûh gibidir Olmuş nûr huzurundan kaçıcı ehl-i cehl Gerçekte ki güneşten kaçar o ağrılı gözlü

Beden bir deridir ve tabaklanmaya ihtiyacı vardır. Nefs ise bir hayvan gibidir ve kırılmaya ihtiyacı vardır. Gönül bir camidir, tamire muhtaçtır. Gönül, kabul sermayesidir, fakat zanlar ile meşguldür. Kim ki kalbinin dü­şüncelerinde murakıp ve kayyûmsa, o, uzuvlarının hareketlerinde ma­sumdur. Vahdet ehlinin kalpleri, marifet ve sevgi ile doludur. Görme göz­lerin, müşahede kalblerin, mükâşefe de sırlarındır.

BEYİT

Hâb-ı gaflet bağlamış halkın basiret çeşmini

Yoksa ol hurşid dâim dilde doğmuş bî sihab

(Gaflet uykusu, halkın basîret gözünü bağlamıştır; yoksa o güneş, gönülde dâima bulutsuz doğar.)

değişim oluşup, o kimsenin kalbinden hikmet kaynakları, diline akar. Ger­çi gönül melekût âleminin çeşmesi haline gelmiştir. Fakat akış yolunun içinde kapalı olduğundan, dış his nehirleri, türlü bulanıklıklar ile dışarı dö­külüp, ona dolmuştur. Onda toplanıp kalmıştır. Şu hâlde eğer halvetle dış ırmakların yolları kapanıp, düşünceler kovulur da, gönülden o toplanan kan çıkarılırsa: «Kırk sabah Allah için hâlis olan kimsenin kalbinden diline hikmet pınarları akar,» sözünce, pınar yolu ondan açılıp, ahâdiyet deni­zinden kalbine dolup, o gönül, nurlar kaynağı ve sırlar mahzeni haline gelir ve o gönül sahibi bu hâli üzerine bu beyti okur:

O ki ona cihan dar olmuştur

Benim dar gönlüm ona vatan olmuştur

Çünkü gönül, Hûda’nın evidir. Gönlüne gelmeyen Hûda’dan uzak ka­lır.

BEYİT

«Sende görünen dildârm dîdarıdır

Canın Hakk’m komşusu dildârm dildârıdır»

Çünkü gönül, Mevlâ’nın dergâhıdır. Ona yönelmek gerekli ve evlâdır.

NAZIM

AllahTa birlik sarayı gönüldür Tecellînâne vallahi gönüldür

Ne istersen yürü var ondan iste Hûda’nın ulu dergâhı gönüldedir

Gafil kalb, zindan karanlığından korkmuş ve orada sıkışmıştır. Arifin kalbinin ise, Arş ve Kürsî’den geniş olduğu muhakkaktır. Zrâ Arş ve Kür-sî ve ikisinin içindekiler cismânî âlem kabul edilir. Kalb ise, insanî ruhtur ki, o Rabbânî emirdir. Şu hâlde gönül ve can aslında, irfan mahalli ve Rahmân’ın Arş’ıdır. Kalbi yaratılmışlardan temizleyen, arif ve kâmil insan­dır ve cihanın sultanıdır.

Hüsn-i vechinden müzeyyendir nigâristân-ı dil

Çünkü dil tahtında sultân-ı hakikat hükm eder Cümle anlar hubb u tâatle tutar fermân-ı dil ,

Cisimdir bir perde-i pür nakş can dergâhına Can nedir bir perdedar dergeh-i canân-ı dil

Evveli bil âhiri bil zahiri bil bâtını Ondan anlarsın neden yapıldı çâr erkân-ı dil

Dilde aşk eyler çü her dem başka rengiyle zuhur Lâ cerem her demde başka renk olur elvân-ı dil

Cümle âlemdir muhît-i dilde bir mevc-i revân Mevcden geç ol garik-i bahr-i bî pâyan-ı dil

Çün bisat-ı dilde bast olmuş simat-ı aşk-ı Hak Ehl-i dil âlemde olmuş dem be dem mihmân-ı dil

Vâriken âlemde Hakkı böyle bir âli makam Kıble-i can olmalıdır hüsn u hem ihsân-ı dil.

 

(Gönül eyvanının tepesi, Cennet-i A’lâ’dan daha yüksektir. Orada, o gönül sultanı lutfuyla ortaya çıkar. Gönül cennetlerinin yeşillikleri kendi nuruyla nûrlanmıştır. Gönül nigâristanı yüzünün güzelliğinden süslenmiş­tir. Çünkü gönül tahtında, hakîkat sultanı hükmeder. Gönül fermanı, bü­tün canları sevgi ve tâatle tutar. Cisim, nakış dolu bir perdedir gönül der­gâhına. Can nedir? Gönül canının dergâhına bir perdedar. Önü, sonu, zahiri ve bâtını bil; gönlün dört sütunu neden yapıldı, oradan anlarsın. Aşk, gönülde her an başka bir rengiyle ortaya çıkar. Elbette, gönlün renk­leri her an başka bir renk olur. Bütün âlem, gönül okyanusunda akan bir dalga gibidir. Dalgadan geç, gönül denizine gömül. Çünkü gönül sarayın­da Hakk’ın aşk sofrası yayılmış. Gönül ehli zaman zaman âlemde gönül misafiri olmuş. Âlemde böyle bir yüksek makam var iken Hakkı; gönlün ihsanı ve güzelliği can kıblesi olmalıdır.)

 

Author: Erzurumname

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir