SAİD NURSİYE AFYON HAPİSHANESİNDE ZEHİR VERİLİYOR

21-4 eylül

«Bediüzzaman yirmi senede olduğu gibi, şu üç-dört senede de o kadar emsalsiz bir işkenceye maruz kalmıştır ki, tarihte hiç bir ilim adamına bu kadar caniyane bir sû’-i kasd yapılmamış­tır.

Denizli hap­sinde bir ayda çek­tiği sıkıntıyı, Af­yon’da bir günde çekmiştir! Kendisine, bütün bütün kanunsuz muame­le­ler yapılmıştır. Hapishanede tam yirmi ay, kışın çok soğuk olan gayr-ı munta­zam bir koğuş içinde yalnız bı­rakılarak, tecrid-i mutlak içinde imha olmasına intizar edilmiştir. Kışın en şiddetli günlerinde, hapishane pencere­lerinin iki milim buz tuttuğu za­manlarda ze­hir verilmiş; ihtiyar, çok hasta haliyle, aylarca ızdı­rab çektirilmiştir. Mübarek yatağında, bir ta­raftan bir tarafa dönemeyecek bir hale geldiği za­manlarda bile, hizmetine, bir talebesi olsun müsa­ade edilmemiştir. O kor­kunç şerait altında, kendi kendine ölüp gitmesi beklenmiştir. Hastalığı o ka­dar şiddetlenmiştir ki; günlerce birşey yi­yememiş ve gıdasız kalmış ve çok zaîf bir vaziyete gelmiştir.

Böyle olduğu ve çok sıkı bir ta­rassud ve tazyikat altında bulundurulduğu halde, Risale-i Nur’un te’­lifinden geri kalmamış, her hapiste olduğu gibi, bu­rada da gizli olarak eser te’lif etmiştir. Mahpuslar gizli gizli Risale-i Nur’u elleriyle ya­zıp ço­ğaltmışlar ve hapishaneden dışarı da çıka­ra­rak neşrini temin etmişlerdir. Bediüzzaman ha­piste ol­duğu günler dahi Risale-i Nur’un neşri­yatı durma­mış, perde altında yüz binlerce nüsha­ları eski yazı ile neş­retmeye -Nur Kahramanı Hüs­rev gibi- Nur talebeleri mu­vaffak olmuşlardır.

Hapishanede -zehirlenerek- ölüm döşeğinde iken, fırsat bulup ziyaretine varabilen bir talebe­sine şöyle demiştir: “Belki hayatta kalamayacağım, bütün mev­cudiyetim vatan, millet, gençlik ve âlem-i İslâm ve beşerin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem, dostlarım intika­mımı almasınlar!..”

Bediüzzaman’ın hapishaneye gelmesiyle çok müs­tefid olan hapislerden birisi pencereden selâm verdiği zaman, “Sen Bediüzzaman’a neden selâm verdin? Neden onun penceresine bakıyorsun?” di­yerek, dayak atılmıştır. Çok mü­barek ve çok sevgili Üstadlarının hasta ve çok elîm vaziyetinde gizlice fırsat bulup gö­rüşmeye çalışan talebeleri, ya­kalan­dıkları zaman fala­kalara yatırılarak dayaktan ge­çirilmiştir. Fakat onlar bu mezalimden aslâ yıl­mamışlar, imandan ve izzet-i İslâmiyeden gelen bir salabetle, o zalimler vurdukça, onlar da her vuru­luşlarında “Vur! Vur!” diye bağırmış­lardır. “Düşmanın çizmesi boğazımıza bastığı za­man onun yüzüne tükür! Ruhun kurtulsun, cese­din ezilsin.” hakikatını matbuat lisanıyla da be­yan eden Üstadları Bediüzzaman’a ittiba etmişler­dir.

İşte böyle türlü türlü işkence ve tazyikat­larla, ge­rek hapishane dâhilinde gerek haricinde hizmetini dahi yap­tırmamaya çalışmışlardır. Dün­yada hiçbir kimseye yapılmayan zulüm ve ihanet, Bediüzzaman’a yapılmış­tır.

Nihayet 20 Eylül 1949 günü ceza müdde­tini hapis­hanede tamamlayarak tahliye edilmiştir. Bütün hapis­hanelerde hapisler resmî mesaî saatle­rinde tahliye edi­lirken, Afyon hapishanesinde de saat onda âdet iken, Bediüzza­man’ı fevkalâde bir tezahürat ile karşılamağa ha­zırlanan halkın istikbaline mani’ olmak için, şafak vakti ile sabah namazı arasında ha­pishaneden tahliye etmişlerdir.» (Tarihçe-i Hayat sh:545)

Author: Erzurumname

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir