ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI TOKLUĞUN REZALETİ, AÇLIĞIN FAZÎLETİ

kalpp

  ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI      TOKLUĞUN REZALETİ, AÇLIĞIN FAZÎLETİ

Üç şey kalbi karartır; çok yemek ve çok uyumak, çok konuşmak. Ka­rın doydukça rûh bedenleşir, karın acıkınca rûh kendine gelir. Bedenin sağlığı ise az yemekte, ruhun sağlığı az uyumaktadır. Aşırı yemek yiyen kişinin aklından, tekrar ele geçirilmesi mümkün olmayan bir şeyler gider. Açlık, hem yüksek bir sıfat, hem de üstün bir melek(lik)tir.

Az yemek, az uyumaya; az uyku da az konuşmaya sebep olur. Tok­luk hastalığı, hastalık da acıyı davet eder. Bütün hastalıkların temelinde tokluk vardır. Açlıksa cümle devanın esasıdır.

Vehimlerin, kuruntu ve vesveselerin, hattâ mahlûkâtın azgın nefisleri­nin yakıcı ateşini açlık söndürür. Nefsi aç olanın vesveseleri gider. Deli bile aç kaldığı zaman akıllanır. Açlık ibret tarlası ve hikmet kaynağıdır. Yi­ne açlık, yüksek anlayış ve derin sezişin ruhu, aşk kapısının anahtarı, irfan nurunun feneri ve hakîkat yolunun rehberidir. Nefs yoksul bir hasta gibidir, onun âcil şifâsı açlıktadır. Tokluk gönülden hikmeti siler; açlığınsa, gönüle kazandı ramayacagı ilim yoktur. Açlık yüksek kalpli ve temiz ruhlu insanların neşesi ve Allah’ın hassas dostlarının kılavuzudur.

NAZIM

Açlık ki, insan vücûdunun safâsıdır

Hem evliyanın ve ruhu hem de temizlerin şiarıdır

Yemek düşkünlüğü Allah Dostunda bulunmaz Zira ki,

onun azığı hep Mevlâ’yı anmaktır

Açlık üstün ahlâkın, tokluk da çirkin vasıfların kaynağıdır. Karın do­yunca diğer uzuvlar aç kalır. Karın aç kalıncaysa diğer âzâ doyar. Açlık ruha gülistan ve nefse zindandır. Toklukta meydana gelen vesveseler ka­lıcı ve üreyicidirler. Açlıktakilerse, geçici ve etkisiz olur.

Kimin karnı aç olursa, onun gönlü iki cihanı aşıp Mevlâ’ya ulaşır. Aç­lık kalbi hikmetle doldururken, tokluk gönlü sağır ve dilsiz yapar. Açlık be­denin rahatlığı ve temizliğidir; gözde ibret ve gönülde hikmettir.

Gönül parlaklığının yerleştiği iki huy: Açlık ve gece uyumamaktır. Ek­mek bedenin gıdâsıysa, açlık da can ve gönülün gıdasıdır.

Mürid’in biri, bir gün aç kalıp Şeyhine aç olduğunu söyler. Şeyh’i ona yalnızca, «Allah» der. Mürid, Şeyhi’nin söylediği ismin zikrine devam ederek ikinci gün tekrar Şeyhine gelip «Birazcık olsun, azık gerek» dedi­ğinde, Şeyh bu defa «Allah gerek» diye cevap verir. Sabırla zikrine de­vam eden Mürid, üçüncü gün tekrar gelip «Azık nedir» diye sorunca, Şeyhi ona «ölümsüz olanı anmaktır» der. Dördüncü günün bitiminde hâ­lâ oruçlu olarak zikrini sürdüren mürid, nihayet İlâhî bir cezbeyle iftar et­miş; can azığına nail olmakla mükâfatlanmış, vücûdunun bütün zerreleri aşk şarabıyla dolup, İlâhî cazibeye tutulmuş ve marifet devletine külfetsiz kavuşmuştur.

AZ YEMENİN FAYDALARI

Az yemekten güdülen amaç, hayvânî isteklerin esîri olan nefsi zayıf­latıp, aklı yenik düşürmek ve şehveti tutsak etmektir. Gönlü aydınlatıp, kalbi çirkin vasıflardan arındırmaktır. Zira açlık, insana yüreğinin yağlarını eritip, kanını azaltarak onu beyazlaştırır ve inceltir. Böylece, gönül, nefsin hayvânî arzularının karanlığından sıyrılıp aydınlığa çıkar. Bu temizlik ve duruluk içinde gönül, dua ve zikirlerin saçtığı nurları kabule hazırlanır. Sonra da o gönül aynasından parıldayan ışık, nefs üzerine yansıyıp ora­da da, o nûr doğunca nefsin karanlığı yok olarak, şehvet sedefinin karan­lığı bile, aşk incirlerinin aydınlığı ile yırtılır.

Şehvet, muhabbetin bineği olmakla birlikte, insandan istenen yalnız­ca muhabbettir ki, insan onunla meleklerden bile sevgili ve herkesten üs­tündür.

İrfan yoluna girenlerden, henüz yolun başında olanların, yemekten yapacakları faydalı kısıntı, ifrâd ve tefrîdten kaçınıp orta yol tutmalarıdır (orta yol; bir gün bir gecede 250 gramdan 500 grama kadardır). Bu kısın­tı, nefsin arılığı, kalbin duruluğu ve ruhun parlaklığı için vazgeçilmez bir şeydir. Nitekim îsâ; «Karnınız aç olsun ki, kalbinizde Rabbinizi göresiniz» buyurmuştur. Bir hadîs-i şerîf’de de şöyle buyrulmuştur: «İnsan karnın­dan daha zararlı ve şerli bir kap dolmamıştır.»

Beden gıdasız kalamaz, fakat insan vücûdunun yaratılışında yeme­ğe karşı Şeytanî uyarıcılar da vardır. Bu şeytanî uyarıcılara karşılık veril­diği ve karın yemekle doldurulduğu zaman nefsin istekleri de onunla güç kazanır. Böylece de nefsin ve vücûdun karanlığı, kalbi istilâ eder. Yine yemeğin o rutubetli buharı beyine uzanan damarları gevşetir ki, bu gev­şeklik duygulan porsutur, uykuyu azdırır ve zihni bulanıklaştırır. Eğer vücûdun bu şeytanî uyarıcılarına karşılık verilmez, karın doyurulmazsa;   hem bu uyarıcılar hem de nefsin istekleri kendi karanlıkları içinde büsbütün güçsüzleşirken, gönül saflaşır. Binâenaleyh, tertemiz kalpte parılda­yan ruhtan ibaret olan üstün aklı artık, idrak ettiklerini yapmaktan menedemezler. Bu seviyede hüküm ruhun olup, insan gerçek mertebesine ulaşır.                                                                                                                       Bu meselenin sırrı şudur: İnsanın gıda alma işi, onun bitkisel merte besi; şehvetini doyurma işi, hayvânî mertebesi; ilim ve irfan sahibi olması da esas mertebesi olan insanî mertebesidir. Öyleyse, sırf bedenin geliş mesi için gıda maddelerine yönelip, yalnızca onlarla meşgul olan kimse daha çok bitki mertebesinde, cinsî istekleri için büsbütün şehvete meyle- j dip, yalnızca geçici zevklerle meşgul olan kimse de daha çok, hayvan j mertebesindedir. Bu iki mertebeyi kendi lütfü olarak Allah, kullarına du- [ yurmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîminde: «O kimseler, hayvan gibi belki I de onlardan da aşağıdalar, onlar kayıpta olanlardır» buyurmuştur. Öyle [ ise, akıllı kişi, bu iki düşük mertebede kalmaz, kalbini ve ruhunu arındı- [ np, parlatarak, iç keşiflere yönelir. Böylece de, ilkin geldiği ve en son gi- I deceği yere bir yol bulur. Şunu demek istiyoruz ki; ölmeyecek ve ibâdet- i lerini yerine getirebilecek kadar yemek yer ve nefs hayvanını kepek veya I arpa ekmeği ile yetindirir, nefsi muhafaza ve kalbi meşgul etmek demek t olan leziz yemeklerden kaçınırsa, sonunda, insan mertebesine ulaşıp, j dostluk meclisine girer ve her isteği yerine gelir.

Bitki ve hayvan mertebesinden, insan mertebesine ulaşmakta az ye­mek en önemli, en gerekli şarttır. İnsan mertebesine yönelmiş nefsin ve tabiatının esaretinden kurtulmuş olan yetkin insanın açlığı, kendisine za­rar vermiyen güzel bir sabırdan ibarettir. Belki onun uzun açlığı, derin hu­zurudur.

Author: Erzurumname

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir