İhtilafa Neden Olan Rivayetlerin İç Yüzü (HZ. ALİ HUTBESİNDEN)

 

İnsanların ellerindeki hadisler haktır, batıldır;gerçektir, yalandır. Bâzısı, bir hükmü bozar, bâzısının hükmü neshe-dilmiştir. Umumî olanı var, hususî olanı var.

Mânâsı apaçık olanı vardır, şüpheli olanı, tevile ihtiyaç duyulanı var. Rivâyet eden ezberlemiştir, doğru rivayet eder; unutmuş, vehme düşmüştür, yanlış rivâyet eder.

Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Rasûlullah’ın zamanında bile yalan hadis uydurdular da minbere çıkıp “Bana, bilerek, söylemediğim sözü söyledi diye isnâd eden, benim adıma yalan söyleyen” buyurdu, “cehennemdeki yerini şimdiden hazırlasın”.

Sana dört çeşit kişiden hadis gelir, bunların beşincisi yoktur:

Münâfıktır o adam, kendini mümin gösterir; Müslümanların yaptıklarını yapar. Günahından çekinmez, kaçınmaz, bilerek Rasulullâh’a yalan isnâd eder. İnsanlar, onun münâfık bir yalancı olduğunu bilseler sözünü kabûl etmezler, gerçeğe almazlar. Ama halk, Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Rasûlullah’la sohbet etmiş, onu görmüş, ondan duymuştur; duyduğunu bellemiştir der, sözünü kabûl eder. Allah münâfıkları, nasıllarsa öylece bildirmiş, ne haldelerse hallerini öylece anlatmıştır. Selâm O’na ve soyuna.

Peygamber’den sonraya kalan münâfıklar, dalâlet imamlarına, yalanla, bühtanla halkı ateşe çağıranlara yaklaşmışlar, yanaşmışlar, onlar da onları kötü işlere yöneltmişler, onları buyruk sâhibi etmişler, onlarla beraber dünyâyı yiyip sömürmüşlerdir. Zâten de insanlar, Allah’ın koruduğu kişilerden başka, buyruk sahipleriyle, dünyada beraberdirler.  İşte bu, o dört bölüğün biridir.

Bir de öylesine adamdır ki, Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Rasûlullah’tan bir sözdür, duymuştur; fakat gereği gibi belleyememiştir; o sözde şüpheye, hatâya düşmüştür; ama bile-bile yalan söylememiştir. Onları rivâyet eder, onunla amel de eder; ben der, Rasulullah’tan duydum. İnsanlar, onun rivâyetindeki yanlışı bilselerdi, sözünü kabûl etmezlerdi; o da yanıldığını bilseydi, o haberi rivâyet etmezdi.

Üçüncü kişi; Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Resûlullah’ın bir şey emrettiğini işitmiştir; fakat sonradan onu nehyetmiştir; o kişiyse bunu bilmez. Yahut bir şeyden nehyettiğini duymuştur; oysa sonradan onu emretmiştir; ondan haberi yoktur. Hükmü kaldıranı bellemiştir, hükmü bozan sözü bellememiştir. Hükmünün kaldırıldığını bilseydi onu terk eder, rivâyet etmezdi. Müslümanlar da, ondan duydukları sözün hükmünün kaldırıldığını bilselerdi, o sözü terk ederlerdi.

Bir dördüncüsü de vardır ki; ne Allah’a yalan isnad eder ne Rasulune. Allah’tan korkarak, Rasûlullah’ın kadrini bilerek yalandan nefret eder, şüpheye düşmez, ne duyduysa duyduğu gibi bellemiştir; ne rivayet ederse duyduğunu rivayet etmektedir; o söze ne bir şey katar, ne de ondan bir şey eksiltir. Hükmü kaldıran sözü bilir, onunla amel eder; hükmü kaldıranı bilir, ondan kaçınır. Hükmü özel ve genel olanları tanır, her şeyi yerli yerine koyar. Tevile muhtaç olanla açık olanı bilir, tanır.

Allah’ın salâtı O’na soyuna olsun; Rasûlullah’ın iki yönlü söz söylediği de olmuştur: Bir söz söylemiştir; bir şeye ve bir vakte mahsustur. Bir söz söylemiştir; herkese ve her vakte aittir. Bunu, noksan sıfatlardan münezzeh Allah’ın, Rasûlullah’ın o sözle neyi kastettiğini bilmeyen, anlamayan duyar, ona kastedildiğinden, söylediğinden apayrı bir mânâ verir.

Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Rasûlullah’ın sahâbesinin hepsi, ondan bir şey sormaz, ondan bir şey öğrenmezdi; bu yüzden de bir çöl Arabının, bir garibin gelip bir şey sormasını, vereceği cevabı duyup bellemelerini beklerler, bunu isterlerdi. Bense böyle değildim; sorardım, sözünü bellerdim. İşte insanların aykırılığa düştükleri, rivâyetlerinde ayrılığa uğradıkları şeylerin sebepleri bu yüzdendir.

NECHÜL BELAGA

Author: Erzurumname

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir