TERCİHİNİZ HANGİSİ? TATLI SU MU? YOKSA TUZLU SU MU?

‘İki denizi (birbirine) salıp katan O’dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.’ (Furkan 53)

‘İmanla bakıldığında her şey bir ayettir’ de ayetlerin her asırda nasıl anlaşılacağı bazen bazılarının kafalarını karıştırır. O kadar çok fitne ve tahrife uğrar ki hakikatler ve o hakikatleri idrak etmesi gereken zihinler, bırakın batını, zahir dahi anlaşılamaz ve doğru teşhis edilemez hale gelir. Hakla batılı birbirine katma derdinde olanların ‘usta’laştıkları dönemlerde, hakkı batıldan ayırmak için ve oluşan geceyi gündüze çevirmek için öyle bir kaynağa ihtiyaç duyar ki insan, ‘onu elde tutmak ateşi elde tutmaktan daha zor’ olur kimi zaman. Çok çeşitli perdeler ile örtülür hakkın üstü ve bir perde aralandığında bir diğeri ile uğraşmak zorunda kalır hakkın talibi. Varsa sabrı ve ihlası ve bir de basiret ehliyse, tanıyorsa dostu düşmanı, perdecilerin renkli kumaşlarına dalıp gitmez, ‘ak’ da olsa gözlerinin önüne çekilen örtü, çekip atar evinden ve güneş girer pencerelerden daha önce nifak solunan eve.

İşte yukarıdaki ayet de bu perdeleri söküp atan bir mahiyete sahiptir. Öyle bir tesiri vardır ki hem zahire hapsolmuşların bile zihinlerinde kıvılcımlar çaktırır hem de Kur’an’ın çağlar ve toplumlar üstü olduğunu bilenlere yürüdükleri yolu aydınlatan çerağ olur. Ama düşünmek gerekir. Yorulmak gerekir. Adanmak gerekir ki aydınlansın hakikat ve gözler görebilsin saklı olan hazineyi. Çünkü hakikat ‘Allah’ın bir lütfudur ve onu dilediğine verir'(Maide 54). O halde Allah’ın (c.c.) bu lütfu vermeyi diledikleri arasına girmek için azimle, inançla, ihlasla sarılmak gerekir hakka. Hakkı teşhis edebilmek için de uyanmak gerekir ninniler diyarının efsun yüklü havasından kurtularak. Ki sihirbazlar dolaşır o diyarda ellerinde iplerle, her biri çatal dilli yedi başlı olan.

İki denizdir tüm dünyada hak iddiasıyla ortada duran. Diğerleri çöldür zaten, bellidir kimlikleri ve yoktur hiçbir hayırları var olanlar için. Yakıcıdırlar, hem görünen hem de görünmeyen yönleriyle. Yollarını kaybedenlerin son duraklarıdır hayata dair ve bu son durak hem bu dünyada hem hesap gününde od olur yakar tenlerini. Yılanların, çıyanların mekanıdır o çöller. Leş yiyicilerin, akbabalarının diyarı. Dikendir gülleri ve seraptır sevinçleri görüldüğünde kurtuluş ümidi ile koşulan ama asla ulaşılamayan. Bir iki vaha vardır belki bir iki ağaç ve bir kaç damla suya sahip olan, ama parsellenmiştir canavarlar tarafından. Bu yüzden çöllerin varlığı anlam ifade etmez insan olan için. İnsan olan suyun peşindedir ve iki deniz vardır karşısında duran.

Evet iki deniz vardır. İkisi de mavi ve serin. İkisi de hayat kaynağı gibi duran iki deniz. Hem de yan yana, iç içe. Ama biri tatlı diğeri tuzlu. Biri hak, diğeri nifak. Biri hayat, diğeri ölüm. Biri izzet, şeref, onur, diğeri zillet ve boyun eğme. Biri saadet, diğeri gam keder kaynağı iki deniz vardır şimdi insanın önünde. Tıpkı iki hayat olduğu gibi. Özgürdür insan tercihinde. Hangi hayatı seçerse onun kaynağından beslenecektir çünkü. Su hayattır ya. Hangi hayatı seçerse seçsin o hayatın suyudur onu besleyecek olan. İki deniz vardır yan yana duran ama karışmayan. Anlayan için iki ibret, bir ayet. Ve bir engel vardır aynı gibi duranları ayıran.

Bilin ki nifak renksizdir, şekilsizdir. Hakkın hangi ehline komşu olacaksa o renge bürünür ve o şekli almaya çalışır. Ondan gibi görünüp yanaşmak ister yanına. Aynı dili konuşmaya başlar farklı anlamlar yükleyerek kelimelere. İzzet der edeple sıkarken zulmün elini, vahdet der tıka basa doyarken dünyalıklara. Adım adım çıkar merdivenlerini, alınterinin ve gözyaşlarının yıkadığı sarayları. Kılıca galebe çalan kanı, kılıcın saltanatının emrine verir hiç utanmadan. Yuvarlak masalarda oturmaktan döner başı ve imanı, dönebildiği kadar. Lal olur dili zalime karşı ve gür çıkar sesi mazlumu susturmak için. İlim elem içindedir tutsak olduğu için nifak yüklü zihinlerde. İlim yas tutar hizmet ettiği için zulme.

Ve nifak deryadır, denizdir hayatın kaynağı gibi görünmek adına. Hakka susayanlara sunar kendini hak olarak. Hemen yanı başında durur hakkın ve ondan önce konuşur daima. Ondan gibi konuşur, onun gibi görünür. Zulüm ağacını beslemekten başka bir faydası(!) yoktur şimdiye kadar görünen. Çünkü nifak tuzlu sudur, hayat veren tatlı suyun yanında. Nifak acıdır da aynı zamanda. Zira ‘dünya hayatı tuzlu su gibidir (deniz suyu) içtikçe susatır ve öldürür sonunda.’ Acıdır sonunda elde edilen, acıdır nifağa yakalananların akıbetleri her dem. Ne dünyada ebedi kalırlar ne ahiretleri kurtulur. Bir berzah yaşarlar ki sonu hüsran doludur. Hep karışmak ister hakkın içine ve hep karıştırmak ister kendini hak ile ama nafile. Hak ile batılı ayıran bir engel ve aşılmayan bir sınır vardır gören gözlere. Bu yüzden hakka sarılan hep diri kalır da nifağı yudumlayan sürünür iki cihanda. Acı nifağın ‘kaderinde’ vardır zira ‘batıl yok olmaya mahkumdur.'(İsra 81)

Oysa hak öyle midir? Ulaştığı yere hayatı sunar, hayatlara anlam yükler, durudur, berraktır, Allah’ın (c.c.) rengidir üzerinde taşıdığı ve kurtuluş deryasıdır her sözcüğü her bakışı. Zaferin kaynağıdır, ümidin menbaı, tatlıdır ve doyar susuzlar içtikleri ilk anda. Nice temiz meyveler veren tertemiz ağaçları besler, o meyvelerden yayılır arzdan semaya hakkın kokusu. İzzettir, şereftir, onurdur ve rahmettir her adımı, kurtuluş diyarıdır susuzluktan bitap düşmüşler için ve cennet asa bir bahçedir zulmün ateşine atılanlar için. Hak tatlı sudur. Giderir susuzluğu nifağın aksine. Ve diriltir ölüleri mezarlıklar ülkesinde. Nice yaşayan ölü vardır o mezarlarda ruhları ve akılları kurumuş olarak yatan. Hak sunar ab-ı hayatı ölmüş olan dirilere. Her hayat suyla başlar. Suyla dolar her hücre. Ve bütün şehirler su kenarında kurulur, her eve tatlı su çekilir yaşam devam etsin diye.

Bu iki deniz her coğrafyada komşudur artık. Her şehirde her sokakta komşudur birbirine. Malum Amerikancı İslam ile Öz Muhammedi İslam’dır kastımız. Her ikisinin ismi de İslam’dır, her ikisi de namaz kılar, oruç tutar, hacca gider, zekat verir ve hatta cihad eder. Aynı Allah’tan (c.c.) aynı kitaptan, aynı peygamberden, kıbleden bahsederler. Dillerinde tekbir ve tevhid vardır her ikisinin de. Giyim kuşamları dahi benzer birbirine. İsimleri de aynıdır iman edenlerinin. Ama tatları farklıdır işte. Biri tuzludur ve acıdır, diğeri ise tatlı. Biri susuzluğu giderir diğeri susatarak öldürür. Biri saray yıkar, diğeri saray yapar. Biri mazlumun yanındadır, diğeri zalimin. Birinin şefkatli olduğu yerde diğeri zalimdir, biri direnişçidir, diğeri direnilen. Aralarında illaki bir engel vardır, karışmazlar birbirine. Uyuşmaz gönülleri bir türlü. Çünkü biri varken diğeri yok olmalıdır, böyledir ilahi emir ve böyledir yaratılış kanunu. Nifak hakkın rengine girse de sabredemez ve belli eder tadını eninde sonunda. Çıkarır hak libasını ve üryan kalır hakikatin karşısında.

Ayet nelere, nerelere işaret etmiştir iyi düşünmek lazım. Bu denizler nerede ayrışmakta ve ayette nereye vurgu yapılmakta zahiren dahi bakılsa hakkın izah ettiği hakikat ortaya çıkacaktır zaten. İki denizin suyunun sunulduğu ortamda tercih yapmak bize düşecektir. Ya renklerine aldanıp, benzerliklerine kanıp tuzlu suyu içeceğiz, ya da basiret ehline kulak verip tatlı suyu damarlarımıza ve hücrelerimize sunacağız.

siyasetmektebi.com

 

Author: admin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir